904
        
        
          
            Zabit ve Kumandan ile Hasb›hal
          
        
        
          ZAB‹T VE KUMANDAN ‹LE HASBIHAL
        
        
          yere can verdi¤ini ve alay›n›n da kendisini b›rakt›¤› bir sahneyi
        
        
          canland›rarak; böyle yapacak yerde bulundu¤u yerin gereklerini
        
        
          yapt›ktan sonra gerçek bir kap›flma için k›l›c›n› çekerek at›lmas›-
        
        
          n›n tarihe geçme nedeni olabilece¤ini yazar.
        
        
          Sonra teknik bilginin, as›l olan mertçe hasletlerle, özveri duy-
        
        
          gular›yla birlefltirilmesini ö¤ütler.
        
        
          Gerçek verimlilik ba¤›fllayan okulun birlik, gerçek ö¤retmen-
        
        
          lerin de k›talardaki birbirlerinden yüksek komutanlar olmas› ge-
        
        
          rekti¤ini yazar. Burada yetiflenlerin de ulusun yavrular›n› bir sürü
        
        
          gibi de¤il, flanl› flerefli insanlar olarak yöneteceklerini bildirir.
        
        
          ‹kinci bölümde: Özvarl›¤›n› hor görme üzerinde, kendisinin de
        
        
          kat›ld›¤› M. Nuri’nin (Conker) fikirlerine “Savaflta ya¤an mermi
        
        
          ya¤muru, o ya¤murdan ürkmeyenleri, ürkenlerden daha az ›slat›r”
        
        
          parlak ve gerçek fikrini ekler. Trablus’taki arkadafllar›n› bu korku-
        
        
          suzlukla önce orada, sonra da gelip kat›ld›klar› Balkan Savafl›nda
        
        
          namus gere¤ini yapt›klar›n› kaydeder.
        
        
          Üçüncü bölümde: “Subayl›¤›n insanlar› gütme sanat› oldu¤u”
        
        
          yolundaki Conker’in fikrine kat›larak, kendinin, ya da ad›n› verme-
        
        
          di¤i bir filozofun “‹nsanlar, ancak, emelleri, fikirleri teflhis ettiri-
        
        
          lerek yönetilebilir” sözünü yazar ve flunlar› ekler: “Musa, M›s›rl›-
        
        
          lar›n kamç›lar›ndan kaçma e¤ilimlerini soydafllar›na teflhis ettire-
        
        
          rek Yahudileri kurtard›; ‹sa, zaman›n› sefaletlerini alg›layarak flef-
        
        
          kat gere¤ini din hâline koydu; Napolyon, kavminde duyumlad›¤› as-
        
        
          kerlik flan› ülküsünü Frans›zlara tan›tarak bayraklar›n› Avrupa’da
        
        
          dolaflt›rd›” diye örnekler verir. Bu gözlemini flöyle özetler: “‹nsan-
        
        
          lar› istedi¤i gibi kullanan kuvvet: Fikirler ve bu fikirleri teflhis eden
        
        
          ve yayan kimselerdir. Bu fikirler, duyguya ve bunu da aflarak aki-
        
        
          deye (inan ba¤›na) çevrilmifl olmal›d›r.”
        
        
          Bu emel, askerlerimizde nedir? diye sorar ve flu ö¤üdü verir:
        
        
          “Herhalde askerlerimizin ruhunu kazanmak, bizim bir ödevimiz ol-
        
        
          du¤u gibi; önce onlarda bir ruh, bir emel, bir seciye yaratmak da
        
        
          Tanr› ve Medine-i Münevvere’de yatan Cenab-› Peygamber’den
        
        
          sonra bize düflüyor.”
        
        
          Bu bölümü, bizim ulusumuzun karakterinin de yükselmeye ve
        
        
          istenilen flekle dönmeye elveriflli oldu¤unu; ama bunun d›flar›dan,
        
        
          bizimkinden baflka karakterler taraf›ndan de¤il,  kendi kendimiz
        
        
          taraf›ndan yap›lmas› gerekti¤ini söyler. Kan›m›za göre, yap›t›n en
        
        
          yüksek ve en genel de¤erdeki bölümü de budur.
        
        
          Bu düflüncelerini okuyunca, Mustafa Kemal’in neye güvenerek
        
        
          Kurtulufl Savafl›’n› açt›¤›n› bulamaz m›y›z? Tutsakl›¤a al›flmam›fl
        
        
          bir ulus vard›. Süregeldi¤i gibi 1919’daki emeli de, düflmekte oldu-
        
        
          ¤u uçurumdan kurtulmakt›… ‹flte Mustafa Kemal bu emeli tan›d›;
        
        
          tan›tt›. Bir emelini de, ulusun ça¤dafl uygarl›k düzeyine ç›kar›lma-
        
        
          s›, diye tespit etti.
        
        
          Dördüncü bölümde: Kitab›n bir sayfal›k parças›nda tek konu
        
        
          vard›r. Sald›r› ruhu ve dolay›s›yla gere¤i. Ana fikir, flu iki cümle ile
        
        
          belirtilir: “Ordunun görevi, vatan› çi¤nemek isteyen düflmana kar-
        
        
          fl› aya¤a kalkmakt›r. Bu kalk›fl, elbette, durmak için de¤il, düflma-
        
        
          n›n üzerine at›lmak için olursa kalk›lm›fl oldu¤una de¤er.”
        
        
          Sonraki f›kralar bu ruhu, Japonlar›n sald›r›fl ruhunu över. Ni-
        
        
          çin Japonlardan örnek alm›flt›r. Çünkü Balkan felâketimizden ön-
        
        
          ceki en yak›n savaflta utkuyu, bu ulusta bulmufltur. Ve emeller için
        
        
          ölüme sürüklenmenin iyi örneklerini, üçüncü bölümde gördü¤ümüz
        
        
          kendi ö¤üdüne uyarl›¤›n›, s›ca¤› s›ca¤›na bu savafla görmüfltür.
        
        
          O, uluslar› alk›fllamak için de cömerttir, koyu ulussever (flo-
        
        
          ven) de¤ildir! Ve Bat› yazarlar›n›n, olaylar› din aç›s›ndan görme
        
        
          e¤iliminden de uzakt›r.
        
        
          Beflinci bölümde: Uzunca yer ay›rd›¤› bu bölümde inisiyatifi
        
        
          inceler. Çünkü o zamanlar bu duygu, bütün ordularda iyice geliflti-
        
        
          rilmek isteyen bir durumdayd›. Yeni savafllarda bu bak›mdan duru-
        
        
          mun de¤iflti¤inin fark›na varm›fl oldu¤u için flöyle der:
        
        
          “Tarih de diyor ki, ordular, hemen hepsi gönüllü olan sa¤lam
        
        
          yap›l› ve yetiflmifl askerlerden derlenmifl oldu¤u zamanlarda, yani
        
        
          eski askerlik yollar›n›n sürüp gitti¤i dönemlerde, ordularda inisi-
        
        
          yatif o kertede kendini gösterir ki, üstler bu özelli¤in yoklu¤undan
        
        
          de¤il, tersine çoklu¤undan kayg›lan›rlard›.”
        
        
          Farkl› ça¤lar›n farkl› ihtiyaçlar›n› ay›rt ettikten sonra, keyfe
        
        
          göre hareket etmenin tehlikelerini vurgular.
        
        
          Zaman›m›z›n inisiyatif gere¤ini aç›klarken “Bilginin yetmedi-
        
        
          ¤ini, hâl ve flartlar›n de¤iflmesi karfl›s›nda çabuk sak›n› seçmek
        
        
          için” inisiyatif gerekece¤ini söyler.  Ve fikrini flöyle yazar: “Ola¤a-
        
        
          nüstü ve ans›z›n ç›kagelen hallere ilk de¤inen komutan, bir birli¤in
        
        
          en büyük komutan› de¤ildir.” Bu yolda ‹talyan-Türk Savafl›nda Der-
        
        
          ne’den örnekler getirerek ‹talyanlar› kentte üç kilometreden çok
        
        
          ilerletmeyen ve siperlerine saplayan etmenin, bu haslet oldu¤una
        
        
          iflaret eder.
        
        
          Alt›nc› bölümde: Yukar›daki bölümlerde inceledi¤i konular›
        
        
          Trablusgarp’a uygulayarak Atatürk, hem bir tarih ödevini yerine
        
        
          getirir hem de de¤erbilirli¤ini gösterir. “O s›cakkanl› Afrika çocuk-
        
        
          lar›n›n sayd›¤›m›z savaflç›l›k niteliklerinin eylem hâlinde gözükme-
        
        
          sinin, birtak›m ateflli ruhlar›n o göklerde görünüp uçmas›yla baflla-
        
        
          d›¤›n›” yazar. Oradaki kuvvetleri, gönüllüleri komutanlar› teker te-
        
        
          ker anar.»
        
        
          Kaynak : Celâl Erikan, Komutan Atatürk. Türkiye ‹fl Bankas› Kültür Yay›nlar›,
        
        
          ‹st. 2001. s. 63
        
        
          
            Mustafa Kemal, Nuri Conker’le.