yere sarkan bir çeflit sö¤üt.
sallabafl
ön a.
1.
Hastal›k nedeniyle bafl›
sürekli sallanan.
2.
mec.
Hiç düflünme-
den her sözü onaylayan.
sallamak
(-i)
1.
Düzenli ve sürekli olarak
ayn› do¤rultuda hareket ettirmek:
el
sallamak.
2.
mec.
Bir ifli sürekli olarak
baflka zamana ertelemek, savsaklamak:
‹fli yine sall›yorsun.
sallamamak
(-i) argo
Önem vermemek,
ald›rmamak.
salland›rmak
(-i, -e)
1.
Bir fleyi bir yerden
sark›tmak.
2.
mec.
Dara¤ac›na çekmek,
idam etmek.
sallanmak
(nsz.)
1.
Ba¤l› bulundu¤u yerde
gevflek duruma gelip yerinden oyna-
mak, k›m›ldamak:
Ayakkab›m›n topu¤u
sallan›yor.
2.
Sal›ncak, hamak gibi bir
fleyle kendini sallamak.
3.
Ba¤l› bulun-
du¤u noktan›n iki taraf›na ayn› do¤rul-
tuda ve sürekli gidip gelmek:
Lamba ni-
çin sallan›yor?
4.
Zaman›n› bofl ve ya-
rars›z ifllerle u¤raflarak geçirmek, oya-
lanmak:
Fazla sallanma, flu ifli bir an
önce bitir.
5.
Güçlü bir biçimde sars›l-
mak, titremek:
Ertesi gün deprem nede-
niyle tüm bölgenin salland›¤›n› duyduk.
sallapati
ön a.
1.
Düflüncesizce, sayg›s›z-
ca davranan, patavats›z.
2.
Özensiz,
dikkatsiz, kaba saba yap›lm›fl.
3.
be.
Düflüncesizce, sayg›s›zca, patavats›zca.
salma
a.
1.
Salmak eylemi.
2.
Köydeki ifl-
lerin yap›labilmesi için köy ihtiyar heye-
ti karar›yla toplanacak para.
salmak
(-i, -e)
1.
Afla¤› sark›tmak, b›rak-
mak:
Kovay› aceleyle kuyuya sald›.
2.
Ba¤›ml›l›¤›na, tutuklulu¤una ya da bas-
k› alt›ndaki durumuna son vererek ser-
best b›rakmak:
Hayvanlar› otla¤a sald›-
lar.
3.
Hemen yollamak, göndermek:
Pefline iki adam salm›fllard›.
4.
(-i)
Gev-
flemek:
Bu kazak kendini iyice sald›.
5.
Bir yere gitmesi, girmesi için izin ver-
mek:
Kimseyi d›flar›ya salmay›n.
salon
a. Fr.
1.
Bir evin en genifl ve genel-
likle oturulan, yemek yenilen bölümü.
2.
Toplant›lar›n, kutlamalar›n, gösterile-
rin yap›labilece¤i genifl ve kapal› yer:
dü¤ün salonu.
salt
be.
1.
Yaln›z, tek, sadece.
2.
ön a.
Hiç-
bir fleyle kar›fl›k olmayan, mutlak.
saltanat
a. Ar.
1.
Hükümdarl›k yönetimi.
2.
mec.
Gösterifl, bolluk ve zenginlik için-
de yaflay›fl.
saltanat sürmek 1)
hüküm-
darl›k etmek;
2)
bolluk içinde yaflamak.
salt ço¤unluk, -¤u
a.
Oylar›n yar›s›ndan bir
fazlas›yla elde edilen ço¤unluk, mutlak
ço¤unluk.
salvo
a. (sa’lvo) ‹t. ask.
Genellikle topla ya-
p›lan yayl›m atefl.
salya
a. (sa’lya) Yun.
A¤›zdan s›zan tükü-
rük.
salyangoz
a. Yun.
1.
hayb.
Yumuflakçalar-
dan, karada yaflayan, sarmal kabuklu
küçük hayvan.
2.
anat.
‹ç kulakta, duyu
hücreleri ile iflitme sinirlerinin yer ald›¤›
bölüm.
saman
a.
Ekinlerin taneleri ayr›ld›ktan son-
ra kalan saplar› ve daha çok bunlar›n
harmanda parçalanm›fl›.
saman alevi
gibi
birden parlay›p çok k›sa süre için-
de sönen fleyler için kullan›l›r:
Öfkesi
saman alevi gibiydi.
saman gibi
tats›z
tuzsuz, yavan.
saman k⤛d›
a.
Beyazlat›lmam›fl, sar›ms›,
kaba ambalaj k⤛d›.
samanl›k, -¤›
a.
Hayvan yemi olarak kulla-
n›lan saman›n sakland›¤›, depoland›¤›
yer.
saman nezlesi
a.
Çiçek tozlar›na karfl› aler-
jiden ileri gelen ve özellikle bahar ayla-
r›nda ortaya ç›kan nezle.
saman rengi
a.
1.
Aç›k, soluk sar› renk.
2.
ön a.
Bu renkte olan.
Samanyolu
öz. a. gökb.
Gökyüzünde belli
belirsiz ve düzensiz bir kuflak gibi görü-
nen bulutsu y›ld›z kümesi.
samaryum
a. (sama’ryum) Fr. kim.
Seyrek
bulunan, gri-beyaz renkte ve atom nu-
maras› 62, atom kütlesi 150,36 olan bir
sallabafl
samaryum
526
Emel-Zuhal Sözlük-Harfler 21/07/2010 20:59 Page 526