olmak, benimsenmek, yayg›nlaflmak:
Bu düflünce ülkede iyice yerleflti.
yerli
ön a.
1.
‹çinde bulunulan bölgede ye-
tiflen:
yerli meyve.
2.
Yurt içinde yap›-
lan:
yerli film.
3.
ön a.
ve
a.
Yaflad›¤›
yerde, bölgede do¤up büyüyen, atalar›
o yerde, bölgede yaflam›fl olan (kifli).
yerli yersiz
be.
Uygun olup olmad›¤›n› dü-
flünmeden, saçma sapan, ulu orta:
Yer-
li yersiz konufluyorsun.
yermek
(-i)
1.
Olumsuz yönlerini ortaya
koyarak kötülüklerini söylemek.
2.
Ku-
surlar›n› alayl› bir dille ortaya koymak.
yer sars›nt›s›
a.
Deprem.
yersiz
ön a.
1.
Bar›nacak yeri olmayan.
2.
mec.
Yerinde olmayan, uygun düflme-
yen, anlams›z:
yersiz bir davran›fl.
yersiz yurtsuz
ön a.
Bar›nacak, kalacak ye-
ri olmayan.
yer yer
be.
Birçok yerde, parça parça ola-
rak:
Yer yer a¤açlara da rastl›yorduk.
yer yurt
a.
Yaflan›lan, oturulan yer.
yer yuvar›
a. co¤.
ve
gökb.
Yerküre, Yer,
Dünya, yer yuvarla¤›.
yer yuvarla¤›
a. co¤.
ve
gökb.
Yerküre, Yer,
Dünya, yer yuvar›.
yeryüzü
a. co¤.
1.
Dünyan›n kara ve deniz-
lerle kapl› ve üzerinde insanlar›n yafla-
d›¤› yüzeyi, yer kabu¤u.
2.
Dünya.
yeflermek
(nsz.)
1.
(bitki için) Yaprak ver-
mek, yapraklanmak.
2.
Rengi yeflile dö-
nüflmek.
3.
mec.
(düflünce, duygu vb.
için) Belirgin biçimde ortaya ç›kmak.
yeflil
a.
1.
Mavi ile sar›n›n kar›flmas›yla
oluflan renk.
2.
ön a.
Bu renkte olan.
3.
(sebze için) Taze:
yeflil biber.
4.
(meyve
için) Ham, olgunlaflmam›fl:
yeflil doma-
tes.
yeflil alan
a.
Kent içinde bitki örtüsüyle
kapl› her türlü aç›k alan, parklar, bahçe-
ler.
yeflil bitki
a. bitb.
Klorofilli olan ve bu aç›-
dan kendi besinini kendi yaparak yaflam
süren bitki.
yeflil ›fl›k, -¤›
a.
Yolun geçifle aç›k oldu¤u-
nu bildiren ›fl›kl› trafik iflareti.
yeflil ›fl›k
yakmak
mec.
bir iflin yap›lmas›na izin
vermek, olumlu ve hofl karfl›lamak.
yeflillik, -¤i
a.
1.
Yeflil olma durumu.
2.
Yeflil bitkilerle kapl› yer.
3.
Çi¤ yenen
marul, k›v›rc›k gibi yeflil sebzeler.
4.
Ye-
flil ot.
yeflim
a. Ar.
Kolay ifllenen, aç›k yeflil ve
pembe renkli, de¤erli bir tafl.
yetenek, -¤i
a.
1.
Bir kiflinin belli bir alan-
da baflkalar›ndan daha az çabayla bafla-
r›l› olmas›n› sa¤layan e¤ilim, yatk›nl›k;
kabiliyet:
Resme yetene¤i yok.
2.
Bir
duruma uyma konusunda organizmada
bulunan güç, kapasite:
ö¤renme yete-
ne¤i.
yeter
ön a.
Gereksinimi karfl›layacak kadar
olan, kâfi:
Yeter derecede çal›flt›m.
yeterince
be. (yeteri’nce
) Gerekti¤i kadar,
gere¤ince, yeter say›da:
Söylediklerimi
yeterince anlad›n›z m›?
yeterlik, -¤i
a.
1.
Bir ifl için gerekli bilgi ve
beceriye sahip olma gücü, ehliyet.
2.
Bir ifli yerine getirebilme gücü.
yeterlik eylemi
a. dlb.
Yeterlik kavram› ve-
ren birleflik eylem; yeterlik fiili; eylem
kök ve gövdelerine “-a, -e” ekleri ve
“bilmek” eylemi getirilerek yap›l›r:
gö-
rebilmek (gör-e-bilmek), satt›rabilmek
(satt›r-a-bilmek).
yeterlik fiili
a. dlb.
Yeterlik eylemi.
yeter say›
a.
Bir kurulun toplanabilmesi ya
da karar alabilmesi için gerekli üye sa-
y›s›.
yetersiz
ön a.
1.
Gerekli bilgi ve beceriden
yoksun olan.
2.
Yeter derecede olma-
yan, eksi¤i bulunan.
3.
Verimsiz.
yeti
a. ruhb.
Alg›lama, usa vurma gibi insa-
n›n do¤ufltan gelen zihin güçlerinden
herhangi biri.
yetim
ön a.
ve
a.
Babas› ölmüfl (
çocuk).
yetimhane
a. (yetimha:ne) Ar.+Far.
Yetim
çocuklar›n bar›nd›r›ld›¤›, bak›ld›¤› ve
yetifltirildi¤i yer.
yetinmek (-le)
Bir fleyin daha ço¤unu iste-
yerli
yetinmek
664
Emel-Zuhal Sözlük-Harfler 21/07/2010 20:59 Page 664